Macron ve Scholz'e gidici gözüyle bakılıyor: AB'nin geleceğinde aşırı sağ mı var?

Efsanevi Fransız-Alman motoru tekliyor, yani AB'nin bir sonraki üst düzey görevleri ve siyasi öncelikleri önümüzdeki hafta yapılacak oylamadan sonra belli olacak.

Çevirmenin notu: Fransa ve Almanya, tarihsel olarak Avrupa Birliği'nin dinamoluğu görevini üstlenen iki devasa ülke. Koronavirüs krizi ile sertleşen ekonomik durağanlığa çözüm bulunamaması ve bürokratik sıkışıklıklar dolayısıyla yerleşik ekonomik programlar destekçi kaybederken kıtaya yayılan aşırı sağ trendi gün geçtikçe güçleniyor. Paris ve Berlin'in Birlik içindeki yerlerini İtalya ve Polonya gibi ülkelere bırakmasının muhtemel olduğuna değinilen bu yazıda, önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği'ni yöneten kurumların aşırı sağ partiler tarafından idare edilebileceği belirtiliyor.

Kenara çekilin, Paris ve Berlin. Yeni bir grup Avrupalı lider, siyaset simsarı olarak Avrupa sahnesinde öne çıkmaya çalışıyor ve sizin şoför koltuğundaki zamanınız dolmak üzere olabilir.

Avrupa seçimlerine iki haftadan az bir zaman kalmışken, Fransa lideri Emmanuel Macron, Fransız-Alman birlikteliğini göstermenin bir parçası olarak salı günü Berlin’e indi. Fransız bir yetkiliye göre, Macron, ziyareti süresince Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ile birlikte Avrupa’nın geleceği için “gündemi ve stratejik öncelikleri belirlemeyi” amaçlıyor.

Problem, Avrupa’nın, AB projesinin bu efsanevi Fransız-Alman motorunun yönetimde kalması gerektiğinden emin olmaması.

Sorun, sadece Macron ve Scholz’ün soğuk şahsi ilişkilere sahip olmaları değil. Ya da Paris ve Berlin'deki yetkililerin, Fransızların Almanları dar görüşlü ve koalisyonlarına bağlı olmakla suçlaması ve Almanların da Fransa'nın Ukrayna konusunda saçmaladığını (ya da başka bir şey) söylemesiyle birbirleriyle neşeyle tartışmaları değil. Paris ile Berlin’in enerji gibi kilit konularda umutsuzca karşı karşıya olmaları da değil.

Avrupa’nın karşı karşıya olduğu yeni risk, Macron ve Scholz’ün diğer AB liderlerine, evlerinde siyasal olarak zayıflamış, Birlik içinde özgüven ve ortak bir vizyon aşılamaktan aciz “topal ördek” gibi gözükmeye başlamaları.

İkisi de cansız ekonomileri yönetiyor. Her ikisi de 6-9 Haziran Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde aşırı sağcı partiler karşısında küçük düşürücü yenilgilerle karşı karşıya. Macron’un durumunda anketler, Marine Le Pen’in Rönesans Partisi karşısındaki 16 puanlık üstünlüğüyle seçimlerin bir hezimet olabileceğine işaret ediyor. Sholz’ün sosyalistleri de aşırı sağ tarafından aşağılayıcı bir üçüncülük pozisyonuna düşürülme tehlikesi içinde.

Ekonomik zayıflık, şahsi soğukluk ve siyasi güçsüzlük zehirleyici. Eleştirmenler, bu durumun Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra üst düzey pozisyonlar için gerçekleşecek müzakerelerde ciddi bir otorite zayıflamasına sebep olabileceğini belirtiyor.

Avrupa için “gündem belirlemeyi” de unutun.

Brüksel’de çalışan kıdemli bir muhafazakar politikacı, “Macron bu seçimlerde ciddi bir yenilgi alacak. Diğer liderler bunu biliyor ve zayıflığın farkındalar. O, bundan sonra Avrupa’nın geri kalanı için şartları belirleyebileceğini mi düşünüyor? Alabildiğini alacak” dedi.

FRANSIZ-ALMAN MOTORU TUTUKLUK YAPTI

Fransız-Alman motorunun başarısızlığının ilk sonuçlarından biri, AB içindeki üst düzey görevlere yönelik yarışın daha az tahmin edilebilir hale gelmesi. Normalde, Scholz ve Macron Berlin’deki toplantılarını Avrupa Komisyonu ve Konsey yöneticilerini seçmek için kullanırdı. Fransa’nın Christine Lagarde’ı Avrupa Merkez Bankası’nın başındayken, AB’deki en güçlü pozisyon, Komisyon Başkanlığı, genelde Alman bir adaya gider ve otomatik olarak Berlin’deki koalisyon tarafından desteklenirdi. Fransa, başkan yardımcılığı gibi rekabet ve sanayi politikalarını da kapsayan verimli bir ikincilik ödülü arayışında olurdu.

Bu pozisyon için bariz aday olan Ursula von der Leyen, Macron’un desteğini almak için çok kez çabalamış olmasına rağmen Fransa Cumhurbaşkanı, ona yönelik destek açıklamamakta direniyor.

Yakın bir müttefiki, geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklamada Macron’un bu görev için AB Merkez Bankası eski Başkanı İtalyan Mario Draghi’yi destekleme ihtimali bulunduğunu söyledi.

Bu, Draghi için bir güven oylaması olabilir. Ya da Paris, Konsey’de aşağılanmadan kaçmaya çalışırken zayıf Macron’un elini güçlendirme çabaları da olabilir.

Şimdi, Almanya da pişmiş aşa su kattı. Politico’nun “Brussles Decoded” bültenine konuşan Alman Sosyal Demokrat Partisi’nden kıdemli milletvekili Markus Töns de von der Leyen yerine Draghi’yi destekleme ihtimaline değindi. Yüzeysel olarak pozitif gözüken bu hamle, Almanya’nın koalisyonunda kaosun büyümesi anlamına da gelebilir.

SIFIRI TÜKETMEK

Macron’un Almanya ziyareti büyük bir diplomatik an olarak tanıtılıyor. Bir Fransız liderinin Almanya’ya son 24 yıldaki ilk ziyareti, aynı zamanda ülkenin demokratik temellerini atan Alman Anayasası’nın 75. yıldönümüyle de eş zamanlı gerçekleşti.

Ziyaretinin ikinci gününde Dresden’de konuşan Macron, Avrupa’da sanayiye, yapay zekaya ve yeşil projelere yapılan yatırımı arttırmak için AB bütçesinin ikiye katlanmasını önerdi.

Ancak bu tarz öneriler kulak ardı edildi. Macron, sözde II. Sorbonne konuşmasında Avrupa için büyük vizyonunu tanıtırken Berlin’de tam bir sessizlik, kapalı kapılar ardındaysa homurdanmalar hakimdi.

Paris ve Berlin ortak noktada buluşmayı becerdiklerinde bile önderlik etme ve diğerlerini arkalarına alma çabaları başarısız oluyor. Nisan ayında iki taraf günlerini Avrupa Konseyi toplantısındaki amaçlarını hizalayarak geçirdi. Hedef, Draghi’nin “Avrupa’nın ekonomik potansiyeline ulaşmak için gerekli bir adım” olarak tanımladığı sermaye piyasaları birliği tartışmaları başlatmaktı.

Buna rağmen Fransız-Alman girişimi, sermaye piyasaları birliğine sıcak bakmayan 10 ülke tarafından hızlıca geçiştirildi. Sonuçlar da gelecek adımlarla ilgili herhangi bir özgünlük içermedi.

Çin de başka bir büyük sorun alanı. Scholz, bu ayın başlarında Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Macron ile ortak bir görüşme şansını reddetti ve Berlin, misilleme korkusuyla Fransa'nın Çin araçlarına yönelik sübvansiyonları soruşturma girişimine şiddetle karşı çıktı.

Paris ve Berlin, yeni üyelerin katılımının tamamlayıcısı olarak AB içi reformlara duyulan ihtiyacı dile getiren bir beyaz kitap üzerinde yakın bir şekilde çalışmış olsa da o zamandan beri bu tartışma, seçim yarışı sürecinde ele alınması çok hassas olduğu belirtilen Ukrayna ve Moldova ile resmi erişim görüşmelerini başlatmanın yakın olasılığı gibi, bir kenara bırakıldı. Diplomatlar şimdi müzakerelerin başlangıç tarihi için belli belirsiz bir şekilde 25 Haziran’ı işaret ediyor.

Sonuç? Avrupa şu anda ne bir motora ne de bütüncül bir yol haritasına sahip.

Almanya’daki bazı politikacılar, Macron ve Scholz arasındaki “entente” (anlaşma) uyumsuzluğuyla ilgili endişelerini açıkça dile getimeye başladı. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Hristiyan Demokratik Birlik partili Başbakanı Hendrik Wüst, Berlin Playbook Podcast programındaki konuşmasında “Macron, girişimlerine; sürekli olmasa da düzenli olarak uzattığı eline, bir cevap verilmesini hak ediyor. Alman politikacılar çok kuşkulu davranıyor” dedi.

MELONİ VE TUSK ÖNE ÇIKIYOR

Paris ve Berlin etki kaybı yaşarken diğer AB liderleri kendi güçlerini artırmak için fırsat kolluyor. Ukrayna’daki savaş ve Fransız-Alman cephesinin zayıflaması arasında, Polonya Başbakanı Donald Tusk, Estonya Başbakanı Kaja Kallas ve İtalya Başbakanı Giorgia Meloni, AB sahnesinde başlıca oyuncular olarak ortaya çıktı.

Meloni, pazartesi günü Rai Radio 1’e verdiği röportajda “İtalya artık Fransa ve Almanya’yı takip etmiyor, liderlik ediyor. İtalyanlar bana yardım ederse Avrupa’yı değiştirebiliriz” açıklamasında bulundu.

Gerçekten de Meloni, AB seçimlerinden sonra kral yapıcı konumuna geldi, zira von der Leyen 5 yıl daha görevde kalarak Komisyon’u yönetmek istiyorsa Konsey ve Parlamento’da onun yardımına ihtiyaç duyuyor.

Meloni’yi Avrupa Parlamentosu’nda genişletilmiş bir sağ kanat koalisyonuna davet eden Fransız aşırı sağ lideri Marine Le Pen de ona yaklaşmaya çalışanlar arasında. Macron’un merkez müttefikleri bunu engelleyecek güce sahip değil.

Kıdemli AB yetkilileri, Polonya’daki Tusk’ın görmezden gelinemeyecek bir güç olduğunun altını çiziyor. Bu durum Paris, Berlin ve Varşova'dan oluşan Weimar Üçgeni'nin yeniden canlanmasıyla ortaya çıksa da Paris ve Varşova'nın AB kurumlarındaki kilit roller için rekabete girmesi halinde daha çekişmeli bir hal alabilir.

Yine de en katı karşıtları bile Fransız-Alman ortaklığının işlevsizliğinin, beraberinde ödenmesi gereken bir bedel getirdiğini kabul ediyor. Anonim kalmak şartıyla konuşmayı kabul eden orta ölçekli bir AB ülkesinin diplomatının söylediği gibi: “Fransız-Alman çiftinin çok güçlü olmasından hoşlanmıyoruz ama çok zayıf olmaları da hoşumuza gitmiyor çünkü hiçbir iş yerine getirilmiyor.”

Yazar: Nicholas Vinocur

Katkıda bulunanlar: Clea Caulcutt, Hannah Roberts, James Angelos

Çeviren: Mansur Ali Bilgiç

Makaledeki görüşler yazara aittir ve Intell4 Global Strateji Danışmanlık Hizmetleri A.Ş.'nin yayın politikasını yansıtmayabilir. Metnin tüm hakları POLITICO'ya aittir. Metin, okunurluğu artırmak açısından sadeleştirilmiştir. Orijinal esere buradan ulaşılabilir.