Tuvalu'nun denizlere teslim olması, küresel iklim değişikliği gerçeğini gözler önüne seriyor

Pasifik Okyanusu’nda bir takımada ülkesi olan Tuvalu, iklim değişikliğinin coğrafi sonuçlarıyla ilk elden mücadele ediyor. Yükselen deniz seviyelerinin her geçen gün daha derinlere çektiği ülke, tamamen sular altında kalarak varlığını yitirme tehdidiyle mücadele ediyor.

Mansur Ali Bilgiç

mansuralibilgic@intell4.com

“Batıyoruz. Herkes batıyor. Etkilerini Tuvalu gibi şimdi hissetseniz de sizi 100 yıl içinde bulacak olsalar da hepimiz bu küresel krizden etkileniyoruz” demişti 2021’deki BM İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP26) konuşan Tuvalu Dışişleri Bakanı Simon Kofe.

Kofe bu konuşmayı dizlerine kadar girdiği denizde, video konferans yöntemiyle gerçekleştirdiği sırada Tuvalu kelimenin tam anlamıyla batıyordu. Dışişleri Bakanı’nın bu sıra dışı hitap şekli, her sene verilen fakat yerine getirilmeyen sözlerin bir sonucu olduğunu gösterme amacı taşıyordu.

11 bini biraz aşan bir nüfusa sahip olan Tuvalu'da, Reuters’ın aktardığına göre, okyanus met hâlindeyken başkent Funafuti’nin yüzde 40 kadarı sular altında kalıyor ve ülkenin asır sonuna kadar tamamen sular altında kalacağı tahmin ediliyor.

Su baskınlarının gündelik yaşamın bir parçasına dönüştüğü takımada ülkesi için iklim değişikliği; coğrafi, kültürel ve siyasal yok oluşa işaret ediyor.

Batmanın gerçekleşmesi durumunda 12 bine yakın nüfuslu Tuvalu halkının göçmen olması gerekecek.

Kavimler göçü gibi bir etki oluşturmayacak olsa da bu göç Tuvalu halkının kültürünü oluşturan toprakları ve taşınamazları geride bırakarak yeni bir yere yerleşmeleri anlamına gelecek ve kültürlerinin alacağı ilk darbe olacak. Göçtükleri topraklarda kendi kültürlerini korumak onlar için büyük bir zorluk teşkil edebilir zira asimilasyon politikalarıyla karşılaşmaları mümkün.

Bu tarz politikalarla karşılaşılmasa bile zaman geçtikçe kültürün yitirilmesi durumu söz konusu olabiliyor. The Guardian’dan Kalolaine Fainu’ya konuşan Kelesome Saloa, Yeni Zelanda’ya göçtüğünü ve burada doğan üçüncü çocuğunun Tuvalu’ya dair hiçbir şey bilmediğini, ticarileşmiş bir toplum olan Yeni Zelanda’daki değerlerin Tuvalu’dakilerden çok farklı olduğunu belirtiyor.

Fainu’ya göre yerli halkın beşte birlik bir kısmı “Pasifik Erişim Kategorisi” adındaki bir yasa dâhilinde Yeni Zelanda’ya göçmüş durumda ve bu kesimin çoğu “geçimini sağlamakta zorlanıyor ve kültürel kimliklerini kaybetme endişesi” taşıyor.

Aynı gazetede Eleanor Ainge Roy tarafından yazılan bir makalede ise Tuvalu halkının ve hükûmetinin göçmek istemediği belirtiliyor. Bu bağlamda Funafuti hükûmeti, Fiji’den gelen toprak ve Avusturalya’dan gelen vatandaşlık tekliflerini reddetti ve yapay ada veya koruyucu bariyerler inşa etmek gibi fikirleri değerlendirmeye aldı.

Adanın batması durumunda da kültürün ve devletlik haklarının yaşatılabilmesi için Tuvalu’nun dijital ortamda yeniden üretilmesi gündeme getirildi ve hükûmet bu konuda çalışmalara başladı. Sanal gerçekliğe taşınacak ülke, kültürünün korunması kadar denizlerdeki egemenlik alanlarının korunmasını da önemsiyor. Öyle ki Tuvalu Adalet, İletişim ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan bir strateji belgesine göre, gelecekte adaların batması hâlinde sadece Tuvalu’nun deniz egemenliğine saygı duyan devletlerle ikili ilişki kurulacak.

Deniz egemenliği, balıklar ve resifler gibi deniz canlılarının yanında devletlerin okyanus tabanının altındaki mineraller ve hidrokarbonlar gibi diğer doğal kaynaklara ilişkin sahip oldukları hakları da belirliyor. Bundan ötürü Natano hükûmeti, devletin fiziksel varlığı ortadan kalkması hâlinde bile halkın bu haklarını güvence altına almaya çalışıyor. Bu yolla aslında bölgede oluşacak iktidar boşluğundan yararlanmak isteyecek diğer devletlerin de önü kesilmiş oluyor.

DİĞER ÜLKELER İÇİN BİR DERS

Tuvalu’nun batması, iklim değişikliğinin direkt sonuçlarından yalnızca birini teşkil ediyor.

Tuvalu’da yaşananlar, dünyada hüküm süren 195’i aşkın devletin var olan iklim politikalarının strateji ve uygulama alanlarında geri kaldığını gözler önüne seriyor.

Ülkeler, özellikle yüksek emisyonlara sebep olan büyük şirketlerin karbon salınımını kısıtlamak için baskı yapmalı ve denetimleri arttırmalı. 2017’de CDP (Karbon Açıklama Projesi) adlı kâr amacı gütmeyen bir kuruluşun yaptığı bir araştırma, yalnızca 100 şirketin 1988’den bu yana küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 71’ine sebep olduğunu ortaya çıkarmıştı.

Bu rakam Carbon Brief adlı organizasyonun 1850’den 2021’e ülkelerin yaptığı emisyonlara ilişkin verileriyle kıyaslandığında ilk 5 sıradaki ülkelerin toplamının bile bu rakama çıkmadığı görülüyor (ABD yüzde 20, Çin yüzde 11, Rusya yüzde 7, Brezilya yüzde 5, Endonezya yüzde 4).

İklim değişikliği, Tuvalu örneğindeki gibi, ülkeler için potansiyel yok oluş anlamına gelebiliyor. Kofe’nin COP26’da vermek istediği mesaj da buydu: Tuvalu’nun batıyor olması, aynı şeyin diğer devletlerin başına gelebileceğini de gösteriyor. Bundan ötürü yönetimlerin iklim değişikliğine karşı ivedilikle aksiyon alması ve göz göre göre batmaya gitmemeleri gerekiyor.