"Yeniden Asya" açılımı nedir?
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, ağustos ayında da ilan edilen “Yeniden Asya” açılımı çerçevesinde düzenlenen Yeniden Asya Çalıştayı’nda konuştu. Çalıştaya Rusya, İran ve Filistin büyükelçileri ve çok sayıda meslek memuru katıldı. Türkiye’nin bir yüzünü Asya’ya çevirmeyi planladığı bu açılım nedir, neleri kapsamaktadır?
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 5 Ağustos’ta gerçekleşen 11. Büyükelçiler Toplantısı’nda, Asya ülkeleriyle iş birliğini artırmayı hedefleyen “Yeniden Asya” açılımını duyurdu. Konuşmasında “Avrupa’da ve Avrupalı olmak gibi, Asya’da ve Asyalı olmak da bizim için bir değerdir” ifadelerini kullanan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “İlişkilerimizi, bundan sonra bütüncül bir çerçeve dahilinde daha da ilerleteceğiz” açıklamasında bulundu.
DÖRT ANA SÜTUN
“Yeniden Asya” açılımı kapsamında Türkiye’nin bu noktada dört temel siyasi hedefi mevcuttur. Bunlar sırasıyla;
1) Devletlerarası ilişkileri geliştirmek
2) Özel sektörün ticari kapasitesini artırmak
3) Akademik iş birliğini güçlendirmek
4) Toplumlar arasıdaki etkileşimi artırmak
AÇILIM YENİ DEĞİL
Asya’ya olan yeni açılım, yaklaşık 20 yıl öncesine kadar uzanıyor. Türkiye’nin bölgesel ve uluslararası meselelerde daha aktif rol alması ve diplomatik temsil seviyesini yüksek oranda artırması, Türkiye’yi bu duruma iten önemli faktörlerin başında geliyor.Türkiye 242 diplomatik temsilcilik ve misyonla dünyanın en büyük beşinci küresel diplomatik ağına sahip ülke konumunda bulunuyor.
Türkiye, 2000’li yılların başları itibariyle özellikle “Küresel Güney” yani az gelişmiş ülkelerin bulunduğu Sahra-altı Afrika, Latin Amerika ve Doğu Asya ülkelerinde varlığını artırmaya başladı.
Türkiye’nin genişlemesinin küresel ayak izi, Asya ile bütünleşmesinde açıkça görülebilir. Türkiye, 2010 yılından bu yana Myanmar, Sri Lanka, Brunei, Kamboçya ve Laos’ta yeni elçilikler açtı. 2013 yılında Şangay İş Birliği Örgütü’nde diyalog ortağı oldu. Aynı yıl Güney Kore, Endonezya, Avustralya ve Meksika ile MİKTA’yı kurdu. Manila’da 2017 yılının ağustos ayında düzenlenen 50. Asya Bakanlar Buluşması’nda ASEAN’ın sektörel diyalog ortağı oldu. Türkiye’nin “Küresel Güney” ülkelerinde kurumlarının ve şirketlerinin artan faaliyetleri ve görünürlülüğü, ülkenin büyüyen GSYİH’sı ve ticaret hacmiyle de destekleniştir.
GELİŞEN EKONOMİNİN KATKISI
Türkiye’nin 2000’li yıllardaki ekonomik büyüklüğü, dış ticaretinin ve yurtdışı insani yardımlarının ana motorunu oluşturdu. Türkiye’nin GSYİH’sı istikrarlı olarak arttı ve 2013 yılında 950 milyar dolarla zirveye ulaştı. Ancak daha sonrasında yaşanan ekonomik saldırılar ve mevcut yapısal sorunlar nedeniyle 2018 yılında 766 milyar dolara kadar geriledi.
Türkiye’nin Doğu Asya ülkeleri ile olan ticareti keskin bir biçimde artış gösterdi. 2000 ılında 7,8 milyar olan dış ticaret 2011’e gelindiğinde 57,8 milyar dolara, 2017 yılına gelindiğinde ise 65,3 milyar dolara yükseldi. Türkiye’nin Asya ülkelerine olan ihracatı düşük seviyede başlamasına rağmen istikrarlı bir biçimde artmaktadır. Ancak bu artış ithalatla kıyaslandığında, bu ithalat Türkiye’nin bütçe açığını artırmaktadır.
Türkiye’nin Asya’daki ilk beş ticari ortağı sırasıyla, Çin, Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Malezya’dır. Türkiye’nin Çin ile olan ticareti 2008 yılıyla birlikte diğer Asyalı ülkelerle kıyaslandığında daha fazla gelişti. Çin, Almanya ve Rusya’dan sonra Türkiye’nin üçüncü ticari ortağı konumuna yükseldi.
KURUMLARIN VE KAMU DİPLOMASİSİNİN KATKILARI
Türk kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları Türkiye’nin insan odaklı siyasetini desteklemesi noktasında önemli rol oynadı. Özellikle TİKA bu noktada önemli büyük öneme sahiptir. 2002 yılında 85 milyon dolar olan TİKA bütçesi 2011 yılında 1,3 milyar dolara yükselmiştir. Ekonomik sıkıntıların yaşanmasına rağmen TİKA bütçesi artmaya devam etmiş ve bütçe, 2017 yılında 8,1 milyar dolara ulaşmıştır. Bu bütçenin büyük çoğunluğu Suriyeli sığınmacılara harcanırken diğer büyük payı ise Türk soydaşlar almıştır.
AKADEMİK İŞBİRLİĞİ
Akademik iş birliğinin geliştirilmesi, Türkiye’nin “Yeniden Asya” açılımının dört sütunundan birisidir. Türkiye’nin akademik kapasitesi geçmiş 20 yılda önemli derecede yükseliş gösterdi ve Ankara’nın uluslararası arenaya katılımında değerli bir araç haline geldi. Türkiye’ye yurt dışından eğitim görmeye gelen öğrencilerin sayısı 2017-2018 eğitim öğretim yılı döneminde 25 bini burslu olmak üzere 125,138 bin gibi bir rakama ulaştı. Ankara bunu 2023 yılı itibariyle 200 bine çıkarmayı hedeflemektedir.
Türkiye’ye okumaya gelen öğrencilerin büyük çoğunluğunu komşu ülkelerden gelen öğrenciler oluşturmaktadır. İlk sırada yer alan; Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin çoğu Türk üniversitelerinde okumaktadır. Azerbaycanlı ve Türkmenistanlı öğrenciler sırasıyla ikinci ve üçüncü sırada yer almaktadır. Bu iki ülke öğrencilerinin ana dili Türkçe olduğundan ülkeye adapte olmakta bir sorun yaşamamaktadır. Türkiye, Afgan ve Somalili öğrencilere kendi ülkelerindeki devlet kurma süreçlerine katkıda bulunmak amacıyla da yüksek burs kotası sağlamaktadır.
ENDİŞELER VE KISITLAMALAR
Türkiye’nin duyurduğu bu yeni açılım; bunun nasıl uygulanacağına dair nihai amacın net olmaması, finansmanın ve kurumsal kapasitenin yeterli olmaması gibi nedenlerle eleştiriyle karşılandı. Ankara, bu açılımın ana hedefinin bir eksen kayması olmadığını birçok kez ifade etti. Türk yetkililer ayrıca müttefiklerine değer verdiğini ve uluslararası aranada müttefiklerinin sayısını artırmayı hedeflediklerini belirtti. Ancak Türkiye, henüz, Çin gibi Asyalı ülkelerle iş birliğini nasıl artıracağına ilişkin net bir yol haritası belirtmemiştir. Buna ek olarak NATO üyesi Türkiye’nin Güney Çin denizi gibi bölgesel çekişmelerde hangi tarafta bulunacağı da belirsizliğini korumaktadır.
SONUÇ
2000’li yıllardaki etkileyici ekonomik büyüme periyodu Türkiye’ye, gelişen finansal araçlarla birlikte, kendi dış politikasını daha aktif bir şekilde takip edebilmesine imkan sağladı. Türkiye’nin kuvvetli bir GSYİH büyümesi “Küresel Güney” ülkelerindeki diplomatik, ticari, insani ve kültürel faaliyetlerini körükledi. “Yeniden Asya” açılımı, yeni bir açılımdan ve bir eksen kaymasından ziyade var olan yaklaşımın devamı niteliğinde gözükmektedir. Ancak, Türkiye’nin içinde bulunduğu mevcut ekonomik koşullar ve kurumsal kapasite eksikliği düşünüldüğünde, bu konuda biraz daha ihtiyatlı olmak gerekmektedir. Bu açılımla birlikte Türkiye’nin net olarak ne verip karşılığında ne kazanacağı meselenin asıl temel noktasını oluşturmaktadır.