Mustafa Kemal Atatürk'ün iki dünya savaşı arasındaki diplomasi trafiği ulusal güvenliğin temellerini oluşturdu
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan uluslararası ortam uzun süreli barışın tesis edilememiş olduğuna dair çokça emare taşıyordu. Yeni kurulmuş ve savaştan yeni çıkmış cumhuriyet de yaklaşan savaştan uzak kalmayı amaçlamış, buna uygun bir dış politika izlemişti.
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın akabinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu iki ağır savaşta yaşadığı ciddi kayıplara rağmen revizyonist bir yönelimde olmamış, Mîsâk-ı Millî’yi sağladıktan sonra barışın korunması yönünde çabalar gütmüştür.
Bu çerçevede ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını belirleyen ve jeopolitik açıdan kritik Gümrü, Moskova, Ankara, Lozan antlaşmaları gibi mutabakatların yanı sıra Türk milletinin nüfus birliğinin sağlandığı Türk-Yunan Mübadele Sözleşmesi de cumhuriyetin kuruluşunda atılan önemli diplomatik adımlardı.
Cumhuriyet sağlam temellere oturtulduktan sonra Ulu Önder’in uluslararası siyasetin gidişatına yönelik öngörüleri, Yunanistan, Fransa, İran, Romanya, Yugoslavya, Afganistan, Bulgaristan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), İtalya, Irak gibi ülkelerle dostluk ve saldırmazlık paktları imzalanmasına yol açtı.
Bu paktlar Ankara’nın komşularına karşı kötü bir niyet içinde olmadığını ifade ederek bölge devletlerine güven verirken Türkiye’nin de öz savunma ihtiyaçlarını gidermesini sağlıyordu.
Zamanla Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısı bölge ülkelerininkilerle örtüşmeye başladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsünün bir sonucu olarak 1934 yılında Romanya, Yugoslavya ve Yunanistan ile birlikte Balkan Antantı, 1937 yılında Afganistan, Irak ve İran ile Sadabad Paktı oluşturuldu. Kolektif savunma amacı taşımayan bu antlaşmalar faşist İtalya ve Nazi Almanyası’na karşı Orta Doğu ve Balkanlar’da komşular arası güvenliğin teminatını oluşturuyordu.
1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin imzalanması ve İstanbul ile Çanakkale Boğazlarının inisiyatifinin sadece Türkiye’ye geçmesi de hem akdedildiği dönem için hem de günümüz için ulusal ve bölgesel güvenlik açısından büyük önem arz etmektedir.
Atatürk'ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” prensibini temel alan bu paktlar, statükoyu değiştirmeyi amaçlayan ülkelere karşı İkinci Dünya Savaşı’na gidilen süreçte ve savaş sırasında Türkiye’nin savaştan uzak kalmasını sağladı.
Savaş sırasında Müttefik Devletler Ankara’ya savaşa girmesi yönünde baskılar oluştururken ve ülke Doğu ve Batı sınılarından tehdit altındayken bahsi geçen barış antlaşmaları, Türkiye’nin savaşın içine çekilmesinin ve yüksek kayıplar yaşamasının önüne geçti.
Sevr Antlaşması’nın reddedilerek Lozan Sözleşmesi için diplomasi trafiği oluşturulması ile başlayan süreçten bugüne Türkiye diğer ülkelerle silahlı çatışmaya girmemeyi hedeflemiş, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün diplomasi yoluyla oluşumuna öncülük ettiği antlaşmalar neticesinde bu çatışmaların en yoğun olduğu dönemlerde dahi bu hedefini gerçekleştirebilmiştir.