Rusya ve Çin ABD’nin ‘arka bahçesi’ni yeniden şekillendirdi
Dünya, sıklıkla dünyanın ‘süper güç’ü ya da ‘jandarması’ olarak nitelendirilen ABD’nin, Çin, Rusya ve İran gibi ülkelere karşı verdiği ekonomik savaşı büyük bir dikkatle inceliyor. Dış politikasında sert ve ayrımcı bir çizgiye doğru evrilen ABD, ürettiklerinin kurbanı mı oluyor? Teknoloji ve ekonomi savaşının kaynağında ne var? ABD, bundan sonra nasıl bir politika izleyecek?
Modern dünyada iletişim araçları ve devletler arası sınırları kaldıran ortak deklarasyonlar, ABD’nin 21. yüzyılda en fazla eleştirilen ve kayba uğrayan devlet olmasının ana faktörleri arasında sayılabilir.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada sanayi, teknoloji, makineleşmeye yön veren, ekonomik gelir kaynaklarını ‘kapitalizm’in temel öğretilerini ülkeler üzerinde uygulayarak devamlı artıran, sosyal-politik düzlemde ülkere ‘demokrasi’ taşıyan ABD, günümüz Asya-Pasifik çizgisinde önemli bir eksen kaymasıyla mücadele içerisinde.
Avrupa’da Çin’e karşı, Asya’da Rusya’ya karşı duruşu bir anda ‘arka bahçesi’ olarak adlandırdığı Latin Amerika’ya kayan ABD dış politikası ve ülke üzerinde oluşan ekonomik baskı ile birlikte ‘alarm’ durumunu tetikledi.
Latin Amerika başta olmak üzere Avrupa ve Asya’da; Afganistan savaşından sonra gelen itiraflar, NATO’nun tartışmaya açılması, Venezuella, Arjantin, Karayip ülkeleri, Polinezya, Okyanusya, Peru vb. bölgelerde Rusya – Çin hakimiyetinin hissedilmesi ile yaşanan ‘panik’ halini pek yansıtmasa da ülkenin 22 trilyon dolara yükselerek rekor kıran dış borç oranı birçok şeyi açıklıyor.
ÇİN – ABD EKONOMİ SAVAŞI
Bugünlerde korona virüs nedeniyle sıklıkla dem vurulan ABD- Çin ekonomik savaşının perde arkasında Asya olduğunu düşünülse de genel kanının aksine, Çin’in Afrika politikasından vazgeçerek hem Avustralya hem de Latin Amerika’da aktif yürüttüğü siyaset, panik durumunu tetikleyen en önemli faktörler arasında yer alıyor.
2000’li yıllarından sonunda İran’ın Latin Amerika ülkeleri ile ilişkilerini güçlendirmeye çalışmasıyla başlayan sürece Çin’in dahil olması elbette ABD tarafından pek hoş karşılanmadı. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping 2013 yılında göreve gelmesinin ardından geçen sürede üç kez Latin Amerika’yı ziyaret ederken; bu ziyaretlerin öncesinde ve sonrasında imzalanan ülkeler arası anlaşmalarla Çin’in Latin Amerika ile olan ekonomik iş birliği tam 22 kat arttı.
Latin Amerika’da ‘agresif’ bir politika izleyerek, Afrika yatırımlarının birçoğunu buradaki ülkelerde yoğunlaştıran Çin, Kolombiya ile üst düzey ilişkiler kurduğunda ise ipler tamamen gerildi. ABD’nin yedi tane üssüne ev sahipliği yapan Kolombiya’nın Amerika ve Batılı Devletlerin yatırım üssü olan bölgede Çin’in, Tayvan eksenli yürüttüğü politikasını genişleterek Ekvador’a kaydırması, özellikle de bölgedeki petrolün gelecek yıllardaki alımını garantileyecek bir anlaşmanın ardından deprem bölgesinde okul ve evleri yeniden inşa etmesi ABD tarafından hiç de hoş karşılanmadı.
Uzun yıllar süren iç savaş ile bölgeye istediği şekli vermek için politika yürüten ABD, Brezilya modelini uygulamak istediği tüm ülkelerin Çin ile imzaladığı ticaret anlaşmalarının üzerine, geçtiğimiz günlerde Çin’i yeni dönem dış politikasında hedef tahtasına oturtmuştu.
Hemen ardından ABD- Çin arasında ticaret anlaşmasının birinci fazının imzalanmasına rağmen, ülkede ortaya çıkan korona virüs, Çin’in dünyadan bir nevi ‘tecrit’ edilmesine neden oldu.
Çin’in en büyük ve ekonomik olan üretim merkezlerinden olan Wuhan’dan başlayarak önce ülke geneline ardından da dünyaya yayılan koronavirüs, ülkenin ekonomi politikasında önemli bir sapmaya neden oldu.
Nakit akışı ile birlikte, ülkeler bazında ticari faaliyetlerin durma noktasına gelmesinde en önemli etkenlerden olan koronavirüsün ilk etkisi borsanın yüzde 8’lik düşüşü ile kendini gösterdi.
2020 yılında Çin’in yıl sonu büyüme hızı tahminleri yüzde 6 olarak hesaplanırken, virüsün yayılmasının ardından yıl sonu büyüme tahmini yüzde 5,6’ya çekildi.
RUSYA – ABD EKONOMİ SAVAŞI
Soğuk Savaş döneminde Rusya ile bütün ilişkilerini askıya alarak dünya üzerindeki en büyük kutuplaşmanın iki noktası olarak ekonominin daralmasında önemli rol oynayan Rusya ve ABD, birbirlerinin yanı başını nükleer silahlarla donatarak süper güç yarışında bir ‘ispat’ yöntemi belirlemişlerdi.
Soğuk Savaş’ın sonlandırılmasının ardından ABD ve Rusya birbirlerinin etki alanlarına müdahale etmeden dünya üzerinde ekonomik ve siyasi politikalarını yürütmeye devam etti. Medvedev’in 2008 Aralık ayında düzenlediği Latin Amerika ziyareti, rüzgârı tam tersine çeviren en önemli etken oldu.
1962’de Küba Füze Krizi her iki ülkenin yürüttüğü Soğuk Savaş politikasının dünya için ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne sererken, asgari siyasi ortalıkta aynı görüşün temsilcileri olan Rusya ve Küba’nın arası füze krizi nedeniyle bozulurken bu durum diğer Latin Amerika ülkelerinin Moskova ile yakın temaslar kurmasında etkili oldu.
Arjantin, Meksika ve Brezilya ile ilişkilerini geliştiren Rusya, Küba krizinde kritik adımı Putin döneminde attı. Aralarındaki ekonomik krizi çözümleyemeyen iki ülke, anlaşamayınca, 2001 yılında Rusya Louders askeri üssünü kapattı.
Putin’in ilk döneminde diğer ülkelerle de aktif bir siyasi ilişki kurulmazken, son on yılda Latin Amerika’da yükselen Anti – Amerikancılık Rusya’nın bölgede yeniden aktif siyaset yürütmesini sağladı.
Rusya, Latin Amerika’nın değişen dinamiklerinden faydalanarak, çok kutuplu dünya yaratma stratejisi olan ‘Bolivarian Revolution’u, ABD’nin Latin Amerika’daki hegemonyasını kırmakla birleştirerek, askeri ve ekonomik iş birliğini genişletti. Latin Amerika kısa sürede, Rusya’nın silah ihracatında üçüncü büyük pazar haline geldi. Üstelik, Rusya’nın bölgedeki etkisi yalnızca silah ticareti ile sınırlı kalmadı. Arjantin, Peru ve Nikaragua’nın ordularını modernleştirme görevini Rusya’nın üstlenmesi iş birliğini ayrı bir boyuta taşırken, Washington’u oldukça rahatsız etti.
Rusya, Washington’u rahatsız eden iş birliklerini yalnızca Latin Amerika ile sınırlı bırakmadı. Suriye başta olmak üzere İran, Hindistan, Çin, Türkiye ve AB ile ilişkilerini ‘yeni dünya düzeni’ standartlarına taşıdı.
ABD’DEN KARŞI ATAK
Rusya ve Çin’in ABD’nin ‘hâkim’ olduğu bölgelerde önemli ticaret anlaşmalarına imza atması Washington’un ‘süper güç’ politikasını sertleştirmesine neden oldu.
İki ülkenin Latin Amerika ve diğer ülkelerle olan politikalarına ilk tepki, ABD Güney Komutanı Amiral Kurt Tidd’ten geldi. Rusya’nın politikasına ilişkin endişe duyduklarını vurgulayan Tidd, 'En büyük kaygı uyandıran ülke’ sözleriyle nitelendirdiği Moskova yönetiminin yeni dış politikasını “Bölgemizde güvenirliliğimizi itibarsızlaştırmak için girişimlerde bulunuyor.” şeklinde tanımladı.
ABD Başkanı Donald Trump’ın her iki ülke için sözleri basında kendisine geniş yer bulsa da, askeri kurmayların konuya ilişkin görüşleri yaşanan krizin dipnotlarını okuyabilmek adına önemli noktaları barındırıyor.
Son olarak ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in tanımı, Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, Bolivya’da düzenin bir anda değişmesi, ABD’nin Suriye ve Irak kararı, Çin’de yaşanan koronavirüs salgını ve ABD iç politikasında ‘azil’ sürecinin sürdüğü şu günlerde, farklı bir dış politikaya mı geçilecek sorularını da beraberinde getirdi.
Johns Hopkins Üniversitesi’nde konuşan Esper, Moskova ve Pekin’in dünya düzeninin yeniden inşa etmeye çalıştıklarını vurgulayarak her iki ülkeyi ‘revisyonist devletler’ olarak tanımladı.
Moskova ve Pekin’in stratejik üstünlük ve fayda sağlamak için komşu devletlerin egemenliklerini ihlal ettiklerini iddia eden Esper, özellikle Rusya’yı ‘melez savaş taktikleri’ kullanmakla suçladı.
ABD’nin yaptığı açıklamalar, başkan Donald Trump’ın sert dış politikasının kaynağının ‘korku’ olabileceği iddialarını da beraberinde getirdi?