ABD, Körfez'deki hegamonyasını sürdürebilecek mi?
İsrail 2020 yılında yeni güvenlik tedbirleri ve Körfez ülkeleri ile anlaşmalara yoğunlaşırken, uzun yıllar bölgede misyonerlik faaliyetleri yürüten ABD'nin bölgeden çekildiği noktalar Rusya ve Çin'e alan açtı. Körfez ülkelerinin güvenlik paradigmalarında önemli değişimleri de beraberinde getiren 2021 yılında bölgede neler yaşanacak? Ülkelerin hâkimiyet mücadelesi Körfez ülkelerine nasıl yansıyacak?
Onuncu yüzyıldan bu yana devletlerin en önemli rekabet alanlarından olan Körfez, geçmişte Arap Körfezi, Fars Körfezi, İngiliz Denizi, Hint Denizi gibi bölgede hâkim olan güçlere atıfta bulunan birden fazla isimle anılmıştır.
ABD’nin 1920 yıllarından bu yana misyonerlik faaliyetleri yürüttüğü bu coğrafyada kurulan Arap devletleri, II. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin bölgedeki hakimiyetini kaybetmesinin ardından Eisonhower doktrini, Reagan Doktrini veya Carter doktrini ile şekillendirilmiştir.
1960’lardan bu yana Arap devletlerinin hakimiyet bölgelerinden olan Körfez, 2008 yılından bu yana ABD’nin önemli hamlelerinin de ortak adresi olmuştur. ABD başkanlarının aldıkları karar ya da dış politikaları doğrultusunda bir dizi değişime uğrayan bölgede son olarak Donald Trump’ın attığı adımlar ülkelerin dış politikalarında da belirleyici bir rol oynadı.
KÜRESEL REKABET KÖRFEZ'İ NASIL ŞEKİLLENDİRECEK?
Küresel rekabetin en yoğun olduğu bölgelerden Orta Doğu, dünya devletlerinin hemen hepsinin rekabet alanı arasında yer alıyor. ABD’nin eski başkanı Donald Trump’ın görev süresininin dolmasına kısa süre kala imzalanan Abraham (İbrahim) Anlaşmaları dünyada büyün yankı uyandırmıştı. İsrail ile Körfez ülkeleri arasında ‘normalleşme’ adımlarının atılmasını da güvence altına alan anlaşmaların imzalanmasının ardından İsrail’in bölgede en az beş ülke ile daha ortaklık kuracağı gündeme geldi.
ABD’nin dönem dönem bölgede bıraktığı boşluk son yıllarda Rusya ve Çin politikaları ile birlikte İran için de önem kazandı. Bölgedeki ülkeler hem askeri hem de ekonomik ortaklıklar noktasında güçlü adımlar atmaya çalışırken, geleneksel güvenlik politikalarından da vazgeçti. Güvenlik politikalarında yaşanan dönüşüm ve Suriye iç savaşının artan baskısı, iddialı ve agresif bir dış politika doğururken, Türkiye’nin bölgedeki ülkeler ile ilişkilerinde de önemli değişimleri beraberinde getirdi.
İsrail ve ABD ile yakın ilişkiler yürüten Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler uluslararası siyasetlerini bu ülkelerin dış politikaları yönünde değiştirdi. Bölgedeki bloklaşmanın karşıt tarafını oluşturan Katar, Kuveyt gibi ülkeler ise ittifak çeşitlendirme politkası izleyerek bölgede Türkiye’nin de dahil olduğu farklı ülkeler ile ilişkilerini sürdürmeye devam etti.
ABD ve İsrail bölgede hâkim güç olmak için müttefik sayısını artırmaya çalışırken, Asya’dan bölgeye uzanan Rusya, bölgede enerji anlaşmaları ile bölgedeki simülasyonun seyrine radikal bir müdahalede bulundu. Hemen ardından ikinci müdahale ise Çin’den geldi. Bölgede hem nükleer hem de modern silahların imalatçısı olduğu iddia edilen Pekin Yönetimi, ABD’nin hegamon gücünün kırıldığının mesajını vermekte de gecikmedi.
Özellikle İran’a verdikleri destek ile bilinen iki ülke, Birleşik Arap Emirlikleri ve Libya ile silah anlaşmaları imzalayarak hem ekonomik hem de Körfez güvenliğinin yeniden yapılandırılmasında ‘mimar’ rolü üstlenmeye hazır olduğunu da kanıtladı.
TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA KÖRFEZ ÜLKELERİNE YÖNELİK YENİ HAMLELER NELER?
Türkiye’nin dış politikasında 2000’li yılların başından bu yana yaşanan değişim, kimi Körfez ülkeleri için bir güvenlik tehdidi olarak algılanırken kimi ülkelerde ise oldukça olumlu karşılandı. Hem Akdeniz’de hakimiyetini artırmak hem de bölgedeki ticari faaliyetlerini sürdürmek isteyen Türkiye’nin adımları yalnızca Körfez ülkeleri tarafından değil ABD, İsrail ve İran tarafından da yakından takip edilmeye devam ediyor.
Bu bağlamda Türk dış politikasının da dönüşü ile birlike Körfez ülkelerinde farklı paradigmalar ortaya çıktı. ABD’ye olan bağımlılığın sorgulanması tüm paradigmaların da ortak noktası oldu. Körfez güvenliğinin ülkelerde tarafından geçmiş politikalar üzerinden yürütülmesi söz konusu değilken, dengeli bağımlılık, ‘kendi güvenliğini kendin sağla’ modeli ve iş birliği yapılacak aktörlerin çeşitlendirilmesi ülkelerin de önceliği haline gelmiştir.
Körfez güvenliğinin yeniden imarı bölgedeki güç dengelerinin önemli oranda değişmesi ile mümkün olacak. Bu da ABD ve İsrail’in bölgedeki ile örtüşmeyen politikaların ülkelerde uygulanması halinde ‘yaptırım’ ihtimalinin sürekli olarak gündemde kalması öngörüler arasında.
Arap Baharı’nın ardından bölgede henüz tam netleşmeyen rollerin birden dağılması, ülkelerin yalnızca güvenlik değil sosyal alanlarda da vatandaşlarından ayrı düşmeleri sonucunu doğurabilir. Toplumsal ayaklanmalar ile sonuçlanabilecek olan bu ayrışma, bölgede çıkar mücadelesini ve yetkinliğini güçlendirmeye çalışan ülkelere daha fazla alan açılmasını da beraberinde getirebilir.