Fransa’nın Cezayir ve Ruanda katliamı

1945 yılından 1968 yılına kadar Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi sırasında bir milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Aynı şekilde Ruanda’da Fransızların katliama göz yumması nedeniyle yüz binlerce kişi hayatını kaybetti. Bu olaylarda Fransızların etkisini görebilmek için olayların en başına dönmekte fayda var.

Fransa, 1524 yılında Afrika’nın batısında ve kuzeyinde yirmiden fazla ülke üzerinde sömürgecilik faaliyetlerini yürüttü. Fransa’nın işlemiş olduğu politikalar nedeniyle, Afrika’nın yüzde 35’i 300 yıl boyunca Fransa hakimiyetinde kaldı. O yıllarda Senegal, Fildişi Sahili ve Benin gibi ülkeler Fransa’nın köle ticaret merkezleri olarak kullanıldı ve tüm kaynaklarından faydalanıldı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ise bağımsızlıklarını kazanma düşünceleri Fransa sömürgelerinde de etkili oldu. Fransa’nın sömürüsü altındaki ülkelerde çıkan bağımsızlık ayaklanmaları şiddetle bastırıldı ve 2 milyondan fazla Afrikalı hayatını kaybetti. İkinci Dünya Savaşı bitmeden önce bağımsızlık vaadiyle Fransa tarafında savaşan Cezayir’e verilen sözler tutulmadı ve ülkede yaşayanlar isyan gösterilerine başladı. Tarihe Setif ve Guelma katliamı olarak geçen olaylarda binlerce Cezayirli, Fransız askerleri tarafından katledildi.

Setif ve Guelma katliamı

Cezayirliler tarafından 1943’ten 1968’e kadar olan saldırılar ‘soykırım’ olarak nitelendirilmektedir. Fransa’nın Cezayir’i işgaliyle başlayan ve Cezayir’in bağımsızlığına kadar devam eden süreçte Fransa, Cezayir’i Fransızlaştırmak için kültürel asimilasyon ortamı yaratmıştır. 19. Yüzyılın sonlarında bir milyona yakın Fransız, Cezayir’e yerleştirilmiştir ve göç eden Fransızlara önemli destekler sağlanarak göç teşvik edilmeye çalışılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine Cezayir bayrakları ile kutlama yapan tüm müslüman Cezayirlilere, Fransız ordusu ve polisi tarafından ateş açılarak 45 bin sivil katledilmiştir. Cezayirlilerin ifadelerine göre, Fransa’nın 132 yıllık işgali sırasında bir milyondan fazla insan öldürülmüştür.

Kutlama yapan Cezayirlilerin katledilmesinin ardından Cezayir Kurtuluş Örgütü adıyla bir grup ortaya çıktı ve askeri-siyasi olarak mücadele edilmeye başlandı. 31 Ekim 1954’te başlayan ayaklanmaya Fransızlar tutuklamalar ve askeri harekatlarla karşılık verdi. Ele geçirilen Cezayirlilere büyük işkenceler yapıldı ve binlerce kişi de yargısız olarak infaz edildi. Fransızların bu acımasız saldırıları karşıt direnişi artırdı ve Cezayir Cumhuriyeti geçici hükümeti kuruldu. Siyasi bunalıma girmesi sonrasında elinden bir şey gelmeyen Fransa, bağımsızlık referandumu yapılmasını teklif etmek durumunda kaldı.

1954 yılındaki Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nda 150 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Cezayir’de yaşanan sorunları fırsat bilip Cumhurbaşkanlığına kadar yükselen General Charles de Gaulle, binlerce insanın hayatını kaybetmesinin ardından referandum sonucunda tekrar bağımsızlığına kavuştu. Yapılan referandumda halkın tamamına yakını bağımsızlık yönünde oy kullandı. Böylece Cezayir Fransız sömürgesi olmaktan kurtuldu ve bağımsızlığını elde etti.

Cezayir Devlet Başkanı Buteflika’nın tanımına göre burada yaşanan olaylar basit olaylar değildir. Buteflika; burada sadece insanlara karşı değil, insanların kimliklerine ve kültürlerine karşı da bir soykırım olduğunu iddia etmiştir.

İşkence tekniği uzmanı Emekli Tuğgeneral Paul Aussaresses, hatıralarında görevdeyken en az bin 509 kişiyi yargısız infaz ettiğini kabul etmiştir.

Cezayir soykırımının tanınmaması

Fransa tarafından bir soykırım olayının yaşandığı kabul edilmemektedir. Eski Cumhurbaşkanı Sarkozy de, Fransa tarihinde soykırım yapılmadığını, Fransa’nın insan haklarını icat eden ülke olduğunu dile getirmiştir. Yalnızca; Şubat 2005’te Fransa'nın Cezayir büyükelçisi Hubert Colin de verdiği röportajda bir gafa imza atmış ve Cezayir soykırım iddiaları için "Affedilemez trajedi" tanımlamasında bulunmuştur.

Ruanda soykırımı

1890 yılında Brüksel Konferansı’nda, bölgede neredeyse hiç Alman olmamasına rağmen Almanya idaresine verilen Ruanda, fakir devlet olarak görüldüğü için Almanya tarafından yönetilmeye gerek duyulmamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Belçika yönetimi altına verilen topraklar o zamanlar yüzde 90 Hutu, yüzde 9 Tutsi ve yüzde 1 Pigmelerden oluşmaktaydı.

Bölgede ayrımcı politika izleyerek kontrolün elde tutulmasını kolaylaştırmayı düşünen Belçika, azınlık olan Tutsilere ayrıcalıklar tanımaya başladı. Belçika, ırksal farklılıkları ülkenin her yerinde hissettirerek iki grubun birbirine düşmesine neden oldu. 1950 yıllarından sonra özgürlükçü akımların hız kazanması üzerine Hutular üzerindeki baskı hafifletildi ve sayıca üstünlüklerinden dolayı Hutular desteklenmeye başlandı. 1962 yılında bağımsızlığını ilan eden Ruanda’da Hutuların yönetime geçmesiyle Tutsiler sürgüne zorlandı. Hutu asıllı Ruanda Devlet Başkanının uçağının 1994’te düşürülmesi sonrasında birkaç ay içinde 600 bin kişi katledildi.

İnsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından olan, 800 kişinin hayatını kaybettiği 1994 Ruanda olaylarında Fransa’nın rolü ortaya çıkmıştı. Elde edilen raporlara göre; Fransız askerleri aldıkları istihbaratı değerlendirmeyerek bölgeden ayrılmış ve bazı askerlerin de bizzat katliamlara destek vermişti.

23 Haziran tarihinde ülkenin güneybatısında sığınamcılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Fransa tarafından Turkuaz Operasyonu başlatıldı. Fransa’nın bu bölgede soykırımı engellemek yerine, soykırım yapan Hutu hükümetine silah ve bilgi sağladığı ortaya çıktı. Bu konuyla ilgili Fransa aleyhinde süren birçok uluslararası dava hâlâ devam ediyor.

Konuyla ilgili Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Mitterrand 1998 yılında verdiği bir röportajda "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil" demesi de dünyada çok tepki toplayan bir açıklama olarak tarihe adını yazdırmıştır. Fransız Mediapart internet sitesi de Fransa'nın, Hutu milislerince yaklaşık 800 bin Tutsinin öldürüldüğü Ruanda soykırımının asıl sorumlularını gizlediğini yazmıştı.

Erişim engeli

Dünyada eleştiri toplayan Fransa, arşivleri üzerindeki devlet sırrı yasağının kaldırılmasına rağmen soykırım belgelerine erişimi, Mitterrand tarafından konulan ikinci bir yasakla engelliyor.

Fransa ve Türkiye’nin tartışması

Fransa’nın geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Macron tarafından her yıl 24 Nisan’da ‘Ermeni soykırımı anma günü düzenlemesi’ kararını alması nedeniyle Türkiye ile ilişkileri gerildi. Meclis Başkanı Şentop, Cezayir ve Ruanda’da yaşananları örnek göstererek Fransa’nın kamuoyuna ikna edici bir açıklama yapması hususunda inisiyatif alınması gerektiğini ve başka memleketlerin tarihini politik gerekçelerle manipüle edilmemesi gerektiğini söyledi. Bu açıklamaların ardından da gözler bu konulara çevrildi.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Şentop gibi yakın tarihi hatırlatarak, Soykırım ve tarih konusunda Türkiye'ye ders verebilecek en son ülke Fransa'dır. Çünkü Ruanda'da, Cezayir'de olanları unutmadık. Fransa önce kendi karanlık tarihine baksın, Türkiye'ye ders vermeye kalkmasın. Sizler böyle tepeden bakmaya devam edin, ama biz de size bu şekilde haddinizi bildirmeye devam edeceğiz. Siz kendinizi üstün görmeye devam edin, ama bu muameleyi kabul etmeyen doğruları söyleyen bir Türkiye var” demiştir. Bu sözler üzerine Fransız parlamenter heyeti salondan ayrıldı.

Geçmişinde böyle büyük katliamlara karışan ve ‘gaf’ sonrası bunları ağzından kaçıran Fransızların Türkiye’ye sözde Ermeni soykırımı ile ilgili dayatmaları ülkemizde son derece tepkiyle karşılanmıştır.