Fransa Afrika'dan ne istiyor?

Batı’nın dağılma sürecini ve Çin ile yaşanan rekabeti/güç mücadelesini bir fırsata çevirmeye çalışan, bu kapsamda kıtadaki askeri varlığını ve operasyonlarını arttıran Fransa, Afrika üzerinden bir kez daha “yeniden doğuş” peşinde.

Fransa Afrika’daki sömürgelerden çekilirken iki konuyu zorunlu tutmuştu: Birincisi Fransızcanın ülkenin resmî dili ve eğitim dili olması, ikincisi ise zorunlu resmî eğitim.

Fransa 1961’den beri 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Fransız hazinesi, Afrika’dan yıllık 500 milyar dolar kazanç ve getiri elde ediyor. 

Geçtiğimiz günlerde Batı Afrika ülkesi Mali'de askeri darbe başladığı iddiası uluslararası kamuoyunun gündemine bomba gibi düştü... Reuters haber ajansına konuşan kaynaklar, başkent Bamako yakınlarındaki askeri üste silah sesleri duyulduğunu açıklarken, mevcut yönetimden memnun olmayan askerlerin isyan çıkardığı ve mühimmat deposundan silah aldıklarını öne sürdü.

Batı Afrika’da bulunan ve Cezayir, Burkina Faso ve Nijer’e komşu olan Mali’de başkent Bamako’nun dışındaki Kati’de bulunan askeri üste silah sesleri duyuldu.

“ASKERLER BAMAKO’YA GİDİYOR”

AFP’ye konuşan askeri yetkililer silah seslerinin sebebi olarak “isyan çıktı” açıklamasını yaparken birçok askerin siyasi durumdan rahatsız olduğu belirtildi. Bamako’ya 15 kilometre uzakta yaşanan gerilim ile ilgili bir açıklamada herhangi bir darbe girişimi olmadığı belirtildi.

Fransa’dan da konuyla ilgili bir açıklama geldi. Fransa Büyükelçiliği, ülkedeki vatandaşlarının evden çıkmamasını istedi.

FRANSA YENİ DÜNYA DÜZENİNDE YERİNİ BELİRLEMEYE ÇALIŞIYOR

Fransa Akdeniz-Afrika-Orta Doğu jeopolitik üçgenindeki varlığını Arap Baharı sonrası dönemde her geçen gün daha da artırma yönündeki politikasını devam ettiriyor. Siyasi-askeri hırslarını ve bu bağlamda tarihsel hedeflerini “ötekiler” üzerinden saklayan ve meşrulaştıran Fransa, krizlerden beslenen politikasıyla yeni dünya düzeni inşa sürecinde yerini almaya çalışıyor. Yeni emperyalist politikası çerçevesinde, Türkiye ile bir kez daha tarihsel hesaplaşma içine giren Fransa, kaygan bir zeminde yeni ittifaklar peşinde. Batı-Doğu mücadelesini ve hatta Batı’nın kendi içindeki güç mücadelesini bir fırsata çevirmeye çalışan Fransa açısından, “zayıf halkalar” ve buralarda yürütülen nüfuz mücadeleleri önemli bir yere sahip. Lübnan’da yaşanan son patlamadan sonra Beyrut sokaklarında boy gösteren Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un manda çağrısı bu açıdan epey önemli; özellikle de Soğuk Savaş sonrası süreçte, ABD’nin adeta zafer sarhoşluğu yaşadığı bir dönemde, uluslararası sistemde yaşanan boşluğu doldurmaya ve bu kapsamda “Büyük Fransa”yı yeniden inşa politikasına yönelik ilk ciddi hamlesini yaptığı yer olan Afrika açısından.

Bugün Afrika Kıtası, sömürge ideolojisi, sömürge sınırları ve sömürge dillerine göre bölünmüş bir durumdadır. Bugünkü sınırlar da büyük oranda 1884-1885 Berlin Konferansı sonrasındaki paylaşıma göre ortaya çıkmıştır.

Fransa’nın Afrika kıtasındaki varlığının tarihî bir geçmişi, kıtanın bugününü şekillendiren jakoben ve asimilasyoncu çalışmalarının ekonomik, dinî, sosyal ve siyasi sebepleri vardır.

Bundan dolayı Fransa’nın özellikle Afrika’daki sömürgeci geçmişine kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Eğer bu dönem atlanarak, Fransa’nın yaptıkları sadece bugünkü duruma göre bir değerlendirilmeye tabi tutulursa durum anlaşılamayacaktır. Bağımsızlık döneminin başlamasıyla devlet yönetimleri, sömürge döneminde Fransız parlamentosunda milletvekili olan, sömürge idaresi için çalışan idareciler veya sömürgesi oldukları ülkelerde eğitim almış olan kişilere devredilmiştir. Bu durum ise Fransız sömürgeciliğinin devamını sağlamıştır.

FRANSA AFRİKA'DAN VAZGEÇEMİYOR?

Savunma Bakanı Florence Barley’in yine Temmuz ayı ortalarında, terörle mücadele kapsamında Mali’ye yaklaşık 100 asker göndereceklerini açıklamasının ardından, bu ülkedeki Fransız üssünden Hafter’e destek amacıyla Libya’nın güneyine asker gönderildiğine ve Charles de Gaulle uçak gemisinin de Sirte’nin 80 kilometre açığına demirlediğine yönelik iddialar, Fransa’nın bu kıtadaki askeri operasyonlarının daha da artacağına işaret ediyor. Bu gelişmeler hiç kuşkusuz “fiili işgal” ile eşdeğer görülüyor ve başta eski Fransız sömürgeleri olmak üzere, ilgili tüm taraflarda ciddi endişelere yol açıyor. Bu da Frankofon Afrika’daki hegemonyasını sürdürmekte zorlanan Fransa’nın ve buna bir çözüm bulmaya çalışan Macron’un işini elbette daha da zorlaştırıyor. Peki, Fransa neden böylesi çelişkili bir politikayı aynı zamanda uygulamaya çalışıyor? Fransa’nın Afrika’daki varlığının temelinde nasıl bir politika yatıyor? Fransa Afrika’dan neden vazgeçemez?

''Fransa’nın Afrika’ya yönelik klasik sömürgecilik dönemi dışındaki aktörleri/ilişkileri kabullenememesi, daha da ötesi bir tehdit olarak görmesi ve bunu “Batı dünyasının ortak tehdidi” olarak yansıtma gayretleri, bugünkü politikasının temelini oluşturuyor.''

''AFRİKA OLMADAN FRANSA GÜÇSÜZ BİR ÜLKEDİR''

Aslında bu ifadenin kendisi bile başlı başına Fransa’nın Afrika’dan neden vazgeçemediğini büyük ölçüde özetliyor. Nitekim kıtada 1659’da St. Louis’i (bugünkü Senegal) sömürgeleştiren Fransa açısından, bu ülkeler hem önemli bir pazar hem de enerji ve hammadde ihtiyacını karşılayacak tedarikçiler olarak görülmekte. Öyle ki 1950’li yıllarda Fransa dış ticaretinin yüzde 60’ı Afrika’yla yapılmakta ve enerji ihtiyacının yüzde 30’u da yine buradan karşılanmaktaydı. Günümüzde bu ihtiyaçlar, özellikle de enerji güvenliği bağlamında, daha da artmış vaziyette. Bilindiği gibi, Fransa’nın enerji üretiminde ilk sırada nükleer enerji bulunuyor ve Fransa bu sektör için gerekli uranyumu Afrika ülkelerinden tedarik ediyor.