Avrupa’da ‘aşırı sağ’ın yükselişi

Avrupa Birliği projesiyle tarihinin en uzun barış dönemini geçiren Avrupa’da ırkçı ve dışlayıcı söylemlerde artış gözleniyor. Geçmişte savaşlarla sonuçlanan ırkçı ve ayrıştırıcı söylemlerin, önümüzdeki dönemde Avrupa Birliği için “birleştirici mi?” yoksa “ayrıştırıcı mı?” olacağı soruları belirsizliğini koruyor.

Yaklaşık 1000 yıllık tarihinde kendi içinde ağır savaşlar yaşayan Avrupa, son dönemde artan aşırı sağcı hareketlerin etkisinde kalmaya başladı. Demokrat siyasilerin bile oy için radikal söylemleri meşrulaştırmaları AB’nin ve bölge ülkelerinin geleceği açısından endişe kaynağı haline gelmektedir.

Avrupa’da yaşanan aşırı sağın yükselişinin temelinde ben ve öteki metaforu yatmaktadır. Tarihin belirli dönemlerinde farklı farklı ötekiler icat eden Avrupa, günümüzde İslamofobi’yi aktif olarak kullanmaya başlamıştır. Kendi kültürünü koruma içgüdüsüyle ortaya çıkan aşırıcılık, İslamofobi’yi de aşıp özellikle Almanya’da Nazi kalıntısı antisemitik eylemlerin gerçekleşmesine kadar varmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden biride Avrupalı siyasilerin popülizme yenik düşerek gerçekleri hasır altı etmeleridir.

AŞIRI SAĞIN YAKIN TARİHİ

Aşırı sağ, ideolojik ve siyasi açılardan 19. yüzyıla kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Radikal sağ, 19.yy.da devrimci sola ilişkin örgütlü eylemlerin sağcı düşüncelerle birleşmesi sonucu meydana gelmiştir. Fransa ve İtalya’da 20. yüzyılın ilk zamanlarında görülen yeni radikal milliyetçi muhalefet dalgasının muhafazakârlık, komünizm ve liberalizm düşüncelerine karşı tavır aldığı, bu düşünceler yerine ulus temelinde yükselen melez bir “devrimci” ideolojisini yansıttığı belirtilmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönem de, aşırı sağda Avrupa siyasetini etkileyen bir artış görülmüştür. Yabancı düşmanlığı ve göçmenlere karşı, özellikle de 11 Eylül olayından sonra, Müslüman göçmenlere, mültecilere veya çok kültürlülük politikalarını destekleyenlere yönelik şiddet olaylarında da artışlar yaşanmıştır. Aşırı sağ, yüzyılın başından beri farklı alanlarda ortaya çıkan Avrupa siyasetini “uç noktalardan ana akıma” taşımıştır. İlk olarak çeşitli yerel, ulusal seçimler ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ partilerin oylarının arttığı görülmüştür.

İkincisi, aşırı sağ örgütlenmelerde ve aşırı sağdan kaynaklanan şiddette artış gerçekleşmeye başlamıştır. Üçüncüsü, Avrupa’nın geleceği için en tehlikeli akım olan aşırı sağ politik söylemin normalleşmesi ve buna kayıtsız kalınması yaşanmaya başlamıştır. Bu tezahürler Avrupa’da barışı korumak ve Avrupa Birliği projesini sürdürmek için önemli zorluklar yaratmaktadır. Oslo cinayetlerinde görüldüğü gibi, aşırı sağ eğilimler sadece göçmenler ve azınlıklar için tehlike yaratmamakta, aynı zamanda bütün Avrupa toplumlarını da tehdit etmektedir.

Tüm Avrupa’da bilhassa 1990’lı yılların ortalarından itibaren istikrarlı bir şekilde yükselişe geçen aşırı sağ eğilim, 11 Eylül olaylarının ardından Müslümanların hedefe konulması, aşırıcılık eğilimliler için tarihsel bir motivasyon kaynağı olmuştur.

Bütün bunlara ek olarak ekonomik sistemdeki değişimler, küresel ekonomik durgunluk, genç işsizlik, şiddet ve terör olayları, milyonlarca sığınmacının Avrupa’ya geçmeye çalışması gibi etkenler, korumacı bir psikoloji çerçevesinde popülizmle birlikte, aşırı sağcı yaklaşımın yükselmesinde önemli etkiye sahiptir.

RADİKALİZMİN AVRUPA’YA OLASI ETKİLERİ

Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezinde, çatışmaların ülkeler, ekonomiler ve ideolojilerden ziyade medeniyetler arasında olacağını belirtiyor. Çalışma, medeniyetler çatışmasının küresel siyaseti tahakkümü altına alarak geleceğin gündemini belirleyeceği öngörüyor.

Son dönemde dünyada bilhassa Avrupa ve Batı medeniyetinde görülen bu tezi destekler nitelikte gelişmeler, endişe yaratmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Hitler ve Mussolini örneklerinin izleri tamamiyle silinememiştir.

Avrupa Birliği’nin entegrasyon çalışmalarına rağmen radikal sağ parti seçmenlerinin oranlarındaki artış Avrupa Birliği’nin geleceği için endişe vericidir. Bu gidişin temelinde, gittikçe kötüleşen ekonomik durum ve artan mülteci sayısı oluşturmaktadır.

Bu rahatsızlıktan popülizmi kullanarak faydalanan siyasiler; Fransa ve İtalya’da olduğu gibi, AB’den çıkmak istediklerini açıkça ifade etmişlerdir. Bir nevi bu durum AB’nin kendi ayağına kurşun sıkmasına zemin hazırlamaktadır. Avrupa Birliği’nin olası bir dağılma ihtimalinde, büyük devletler ayakta kalırken küçük devletler savunmasız kalacak, Balkanlar’da ve Doğu Avrupa’da çıkar çatışmalarının yaşanacağı bir zeminin temeli atılacaktır.

STEVE BANNON’UN ÇALIŞMALARI

Trump’ın eski danışmanı Steve Bannon, geçtiğimiz nisan ayında İtalya’ya bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret esnasında Trisulti’deki bir kiliseyi de ziyaret eden Bannon, gazetecilere yaptığı açıklamada, kilisenin gelecekteki aşırı sağcı siyasi liderlerin yetiştirilmesinde bir merkez olacağını ve Yahudi-Hristiyan Batı Medeniyeti’nin bu liderlerle korunacağını belirtti. 

Bannon, bu gelişmeye paralel olarak Avrupa’daki aşırı sağcı partileri bir araya toplayan Brüksel merkezli “The Movement” (Hareket) vakfını kurarak bir çatı kuruluşu oluşturmaya başladı. Bu eylemlerle birlikte, Avrupa Birliği’nin dağılması veya mevcut birliğinin aşırıcı, popülist liderlerin yönettiği bir oluşum haline gelmesi planı, Avrupa’nın geleceğini daha belirsiz hale getirdiği kuvvetle muhtemeldir.

Avrupa Birliği’nin aşırı sağcı bir birliğe dönüşmesi ihtimali sadece Avrupa Birliği için değil Türkiye içinde önemli bir tehdittir. Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının canları ve malları tehlikeye girecektir. Her ihtimali düşünerek gerekli önlemler alınmalı yaklaşık 150 yıl önce yaşanan olayların tekrar etmemesi için çaba sarf edilmelidir.