ABD’nin Çin korkusu
Tek kutuplu düzene alternatif olarak büyüyen Çin, ABD’nin endişesini günden güne arttırıyor. ABD süper güç olma statüsünü kaybetmekten mi korkuyor? Uzun süredir ABD ve Çin arasında devam eden ticaret savaşlarının altında yatan sebepler ne? İşte tüm dünyayı kasıp kavuran ABD-Çin anlaşmazlığı..
1970’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile yakınlaşmasının ardından dünya politikasındaki yerini almaya başlayan Çin Halk Cumhuriyeti (Ç.H.C.) dış politikasını biçimlendirecek adımlar atmaya başlamıştır. Bu adımların ardından Çin, bir yandan Sovyetler Birliği’ne karşı güvenliğini sağlamış diğer yandan ise müttefikinin kendisine tanıdığı ayrıcalıkları, ekonomisinin ve politikasının istikrarı için kullanmıştır. Soğuk savaşın sona ermesiyle beraber, Çin iki güç arasındaki stratejik önemini kaybetmesine rağmen; ABD’nin bölgedeki çelişkilerini ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bölgede oluşan güç boşluğunu kendi gelişimi için kullanmayı başarmıştır. Bu çerçevede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (B.M.G.K.) daimi üyesi olmakla kalmamış, 2002 yılında Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization – WTO) üyesi olarak, 2009 yılında dünyanın en büyük ikinci ekonomisine ve en büyük nüfusuna sahip ülke olmuştur.
Mevcut politikaları sayesinde kendini ekonomik, siyasal ve askeri olarak güçlendiren Çin, kapitalist dünya ile bütünleşmenin yanında ABD ekonomisini kendisine bağımlı hale getirmekle kalmayıp, aynı zamanda emperyalist Batılı güçlere rakip olmuştur. Her geçen gün gelişmekte olan ekonomisinin enerji ve hammadde ihtiyacını karşılamak, Çin Politikası’nın önemli bir sorunudur. Gerek ABD ve gerekse Avrupa Birliği (AB) ülkeleri gelişen ekonomileri için gerekli olan enerji ve hammadde ihtiyaçları ile geçiş yollarını güvenlik altına almak istemektedirler. Dünya enerji rezervlerinin yüzde yetmişinin bulunduğu Asya ve Ortadoğu‟da ciddi bir enerji rekabeti söz konusudur. Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkeler enerjinin batıdan doğuya doğru akmasını hedeflerken ABD ve AB ülkeleri Türkiye üzerinden doğudan batıya akmasını hedeflemektedir.
ABD’de liderliği kaybetme endişesi büyüyor
Çin, özellikle Soğuk Savaş döneminde ve 90‟lı yıllarda stratejik pozisyonu, buna bağlı ABD’nin tavizlerini, ucuz iş gücü ve yurtdışındaki Çin asıllı yatırımcılar sayesinde dünya ekonomisinde tartışmasız bir ekonomik güç olmuştur. Çin ekonomik olarak kendini kapitalist dünyaya adapte edip kar merkezli bir ekonomik politika izlemiştir. 1,3 milyar nüfusu ile ucuza mal ettiği mallar sayesinde ABD’nin en önemli ihracatçılarından olmuştur.Çin’in nüfusunun ABD’nin dört katından fazla olduğu düşünüldüğünde, kişi başına düşen aylık kazancın da yüzde on oranında olmasıyla birlikte ülkenin üretim kabiliyetinin artırıldığı dikkat çekmektedir.
Tüm bu olaylar ABD‟nin Soğuk Savaş sonrası kaynaklarını ve potansiyelini, yeni Güç’ün (Çin) ekonomik, politik ve siyasi olarak daha fazla güçlenmesini engellemeye yönlendirmesine neden olmuştur.Bunu yaparken ABD Çin’e neoliberal-yapısalcı (neoliberal-konstruktiv) bir yaklaşım sergilemektedir. Irak‟a yada İran‟a karşı izlediği agresif politikayı, Çin’e karşı yürütmesi olanaklı görünmemektedir. Bunun yerine Çin ile ekonomik ve siyasal ilişkilerini geliştirmesinin yanında onu uluslararası politikaya da entegre etme yoluna gitmiştir. Bu sayede Çin’in ideolojik ve siyasal sistemini değiştirmeye çalışmaktadır. Diğer taraftan da askeri ve siyasal alandaki işbirlikleri ile Çin’i bölgede barışçıl yollarla baskı altına alıp neoliberal yönde siyasi yapısını değiştirmeye çalışmaktadır.
Özellikle Irak ve Afganistan savaşlarından dolayı aşırı derecede borçlanan ABD ekonomisine karşı Çin ekonomisi güçlenmekte ve ABD ekonomisini kendine bağımlı hale getirmektedir. Çin‟in, bu potansiyelini hayata geçirip ABD‟ye rakip olmasında, şüphesiz Hindistan, Japonya, AB ve tabi ki ABD‟yle çeşitli alanlarda sorun yaşayan Rusya, Venezüella ve İran gibi ülkelerle olan ilişkileri önemli rol oynayacağı da kaçınılmazdır.
Tüm bu süreçler Çin’in dünya güç dengesi üzerinde yeniden konumlanmasına neden olmuştur. Bölgesel ve küresel rolu artan ülke ABD’ye rakip haline geldi ve hatta yeni bir süper güç olarak ABD’nin yerini alacağı konuşulmaya başlandı. Diğer yandan Batı’dan gelebilecek tehditlere karşı ülkenin fiziki ve maddi donanımı geliştirildi. Çin’in askeri kapasitesini de beklenenden hızlı arttırması, Amerikayı satın alma gücü yönünden geçmesi dünya liderliği konusunda da adının sık sık ulusal basında geçmesi ABD’de küresel liderliğin kaybedildiği endişesine neden oluyor. Aslında iki büyük güçte birbirini kaybetmek istemiyor çünkü Çin, ABD’nin en büyük ticari ortağı konumundayken ABD’de Çin’in ikinci en büyük ticari ortağı.
Dolayısıyla iki ülke arasındaki ekonomik bağımlılık her geçen gün giderek artıyor. Pek çok uzmana göre ABD ve Çin arasında giderek kızışan ticaret savaşı Trump’ın eylem ve söylemlerinin bir ürünü değil. Aksine liderliği kaybetme korkusu yaşayan Amerika’nın yeni politikası. Tek kutuplu düzene alternatif olarak büyüyen Çin, ABD’nin endişesini günden güne arttırıyor.
ABD ile Çin ticaret savaşının temeli, ABD Başkanı Donald Trump’ın çelik ithalatında yüzde 25, alüminyum ithalatında yüzde 10 gümrük vergisi uygulamaya başlamasıyla atılmıştı. Trump yönetiminin amacı, dünya tüketiminin çoğunu yapan ABD'nin dünya üretimi ve ekonomisindeki yerini Çin gibi güçlü bir rakibe kaptırmamaktı. ABD çerçevesinde ulusal ticaret savaşları değerlendirildiğinde bu tip savaşların ABD ekonomisine yarardan çok zarar verdiği görülmekte.Çin’in tarafından baktığımızda ise ticaret savaşlarının yıkıcı etkisi henüz tam olarak görülmemesine rağmen, her geçen gün yavaş yavaş hem küresel oyuncular hem de Çinli yöneticiler tarafından hissedilmektedir. ABD-Çin düzleminde yaşanan bu savaş ABD-AB düzlemine de yansımış, böylece diğer ülkeleri de tedirgin etmiştir. Küresel anlamda gözlenen ekonomik yavaşlama irili ufaklı tüm ülkeleri kıskacına almayı başarmıştır.
ABD ile Çin arasında yaşanan bu ticaret savaşının kazananının kim olacağı belirsizliğini hala koruyor olsa da, savaşın ekonomiyi küresel çapta ciddi şekilde etkilediği gözlemleniyor.Çünkü karşılıklı vergi konulan ürünler çoğunlukla dünya tedarik zincirleriyle bağlantılı. Bu da, dünya çapında pek çok ürün fiyatının aniden fırlayabileceği anlamına geliyor. ABD’nin gümrük düzenlemelerini yalnızca Çin'e değil, AB ve Rusya’ya karşı da bir pazarlık unsuru olarak tuttuğu göz önünde bulundurulduğunda, sürecin ABD’yi ekonomik ve siyasi olarak yalnızlaştırması ihtimal dışı sayılamaz. Halbuki Amerikan Ticaret Odası’na göre ATÖ üyelerinin yüzde 74’ü hala Çin’deki yatırımlarını halen büyütmeyi planlıyor.